16 Şubat 2013 Cumartesi

HADİSE İSMİYLE MÜSEMMA


Hadise’nin resmi sitesinde, hayranlarıyla hayatındaki gelişmeleri paylaştığı, çoğunlukla İngilizce yazdığı bir blog da bulunuyor. 10 Ocak tarihi düşülmüş metnin girişinde, noktalama işaretlerinden oluşan somurtuk surat eşliğinde, bir süredir çok meşgul olduğu için blogu ihmal edişine hayıflanıyor. Fakat müjde mahiyetinde sıraladığı, gayet geçerli mazeretleri var. Misal, hakkında pek tüyo vermediği bir dergi kapak çekiminden şöyle bahsediyor: “Well, you’ll see it in February haha!:)!!!”

Zamanda sıçramalı tercümesiyle: Şu anda elinizde tuttuğunuz derginin “haha!:)!!!” sayfalarına bakmaktasınız.

Bense tam bu satırları yazarken, Hadise’nin gözyaşlarına bakıyorum. O Ses Türkiye’de onun takımının bire bir düelloları yayınlanıyor. 12 yarışmacıdan altısını elemesi gerekiyor bu akşam ve Hadise kimin gidip kimin kalacağına karar verme safhalarında kah “Kafayı yiyeceğim” diyerek saçlarını yolar gibi oluyor, kah bayağı bayağı, bildiğiniz ağlıyor. “Normalde böyle bir şey söylemem; hakikaten bu kadar iddialı laflardan çekinirim ama bu sene benim takımım hakikaten çok iyi.
Hakikaten çok zor işim. Hakikaten öyle” demişti zaten. Hakikaten inanasım var; Hadise’nin takımındaki yarışmacıları, en az hakikaten kelimesini sevdiği kadar sevdiğine inandığım kadar...

Fotoğraf çekiminin gerçekleştiği gün, sivillerine bürünmüş haline bakıp onu kime benzettiğimi düşünüp duruyorum. Hayır, Türkiye’de adının duyulduğu ilk günden beri huzura gelen yerli J. Lo, yerli Shakira, yerli Beyoncé göndermelerine atıfta bulunmak değil niyetim. Bulunmak da haksızlık olur; zira hiçbirine benzemiyor. Ya da belki şöyle ifade etmeli: Sahnedeki halini göz önünde bulundurunca bu üç sanatçı birbirini ne kadar andırıyorsa, o da onlara o kadar benziyor. Bu dönemin R&B, pop vs. söyleyip sahnede dans ederek performans sergileyen, güçlü kadın solist modelinin başarılı bir örneği işte; Patti Smith’e benzeyecek hali yok ya...

Benim beynimi kaşındıran, dilimin ucuna gelip çıkaramadığım başka biri var ama?.. Başka biri... Başka bir şey... Şey?.. Neden sonra uyanıyorum ki, onu başka birine değil, bir şeye benzetiyorum. Kutusundan yeni çıkmış bir Bratz bebeğe!

Ortamda Bratz koleksiyoneri bir kız çocuğu olsa, Hadise’yi alıp eve götürebilir mi diye annesinin paçasına yapışabilir, o derece: İçinde Superman logolu bir tişört, üzerinde Amerikan futbolu oynayan üniversite öğrencilerinin giydiği tarzda bir mont, altında skinny jeans, ayağında dunk model Isabel Marant’lar var. Tahminimden daha uzun. Dal gibi incecik. Kabarık, gür, sarı saçları beline uzanıyor. Kaşık kadar yüzünün yarısı göz, yarısı dudak. Ambalajlayıp vitrine koysan, en kapışılan Bratz modeli olmazsa, ben de bir şey bilmiyorum.

Malum, üzerine yukarıda saydıklarımdan daha hafif bir şeyler aldığı fotoğraf çekiminin ardından röportajın başına çöktüğümüzde, “Üşümediniz inşallah?” diye soruyorum. “Yok” diyor, “Çalışırken üşümem ben.”

Bu durumda ergenliğinden beri pek üşümediği tahmininde bulunabilir insan. Çok küçük yaşlardan beri kendi parasını kazanıyor: “Annemle babam ben 11 yaşımdayken ayrıldı. Babamla çok fazla görüşmesem de ikisinin de yeri bende ayrı. Bence güzel yürüttüler, ikisini de tebrik etmek lazım. Annem ev hanımıydı, çalışmıyordu, bu yüzden, nasıl desem, biz genç yaşta çalışmayı öğrendik. Hafta sonları bir fırında çalışırdım 15 yaşındayken. Sonra 16 yaşında bir elbise mağazasında çalışmaya başladım yine cumartesi-pazarları. O dönem liseyi bitirmiştim, marketing okumaya başlamıştım başka bir şehirde. Yurtta kalıyordum. Harçlığımı çıkarabilmek için işe gidiyordum hafta sonları. Aynı dönem, müzik kariyerim başladı zaten.”